fkgjsroıgt

 

Faik Öztrak, bugün CHP Genel Merkezi’nde bir basın toplantısı düzenledi. Öztrak, şunları söyledi:

 

“Acı mı acı, ağır mı ağır günlerin ardından, 11 ayın sultanı mübarek ramazan ayına kavuştuk. Ramazan ayına, ucube şahsım rejiminin tedbirsizliği, liyakatsizliği, kifayetsizliği, beceriksizliği nedeniyle 50 bini aşkın vatandaşımızı kaybetmenin derin acısıyla girdik. Bu mübarek ayda yapılacak ibadetlerin, edilecek duaların kalplerimizdeki acıyı bir nebze rahatlatmasını diliyoruz. Ramazan ayının birliğe, dirliğe, dayanışmaya ve yardımlaşmaya, hanelerimizde huzur ve berekete vesile olmasını temenni ediyoruz. Acılarımız hâlâ çok taze. Deprem, binlerce yuvayı dağıttı. Analar babalar evlatsız, evlatlar anasız babasız kaldı. Tek kişilik şahsım rejimi elinde afet, felakete döndü. Geçmişin köklü kurumları, ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi elinde depremde meflûç oldu.

“MEHMETÇİĞİMİZ, BİN YILLIK ATA YURDUMUZ HATAY’DA, DEPREM ENKAZININ BAŞINA 48 SAATTE GÖNDERİLEMEDİ”

Bu ülkede ne zaman afet olsa akla iki kurum gelir. Bunlardan ilki Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Diğeriyse Kızılay’dır. Ama gördük ki ‘48 saatte Şam’a gireceğiz’ diyenlerin yönetiminde Mehmetçiğimiz, bin yıllık ata yurdumuz Hatay’da, deprem enkazının başına 48 saatte gönderilemedi. ‘48 saatte Şam Emevi Camii’nde namaz kılacağız’ diyenler, 48 saatte Antakya’da Habib-i Neccar Camii’nin enkazına ulaşamadı. Adıyaman’da, Kahramanmaraş’ta, Hatay’da insanlarımız 48 saat boyunca enkazın altında kaldı. Soğukta ölüme terk edildi. Her afetin ardından çadır kuran Kızılay, bu afette millete çadır sattı.

 

 

Görevini ihmal ederek, vazifesini savsaklayarak, suistimal ederek on binlerce vatandaşımızın hayatını kaybetmesine yol açan bu ucube sistemin başı ne yaptı? İstifa edeceğine, hiç utanmadan, sıkılmadan milletten helallik istedi. Cevabını da depremin 40’ıncı gününde Hatay’dan aldı. Samandağlı kadınlar, ‘Hakkımızı helal etmiyoruz’ diyerek yeri göğü inletti. Depremde evladını, eşini, anasını, babasını, hısım ve akrabasını kaybeden bu acılı kadınlar da milletimiz de şunu çok iyi biliyor; haksızlığa uğrayana hakkını vermeden helalleşme olmaz. Haksızlık edenden yaptığı haksızlığın hesabını sormadan helalleşme olmaz. Haksızlık yapana yaptığı haksızlığın kefaretini ödetmeden helalleşme olmaz. Mağdur olanın mağduriyeti tazmin edilmeden helalleşme olmaz.

“RANT HIRSIYLA HESAPSIZ KİTAPSIZ YAPILAN GEÇİTLER, MİLLETİMİZE MEZAR OLDU”

50 bini aşkın vatandaşımızı, gerekli tedbirler alınmadığı için, zamanında müdahale edilmediği için depremde kaybettik. Depremin öldürmediğini de sel alıp götürdü. Adıyaman ve Şanlıurfa’da 20 vatandaşımız, göz göre göre sel sularına kapılıp gitti. Depremde görünmeyen hükümet, selde de görünmedi. Rant hırsıyla hesapsız kitapsız yapılan geçitler, milletimize mezar oldu. Ne diyordu Albert Camus; ‘Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın’. Ülkemizi 21 yıldır yöneten bu ucube zihniyetin elinde; evlerimizde, sokaklarımızda, şehirlerimizde, can güvenliğimiz hiç kalmadı. Bu gözü dönmüş rantiyecilerin elinde, en ucuz şey, vatandaşlarımızın canı oldu. Ölen ise hep öldüğüyle kaldı. Ne depremde yıkılan dayanıksız binalara göz yumanlardan ne askerimizi enkazın başına hemen göndermeyenden ne Kızılay’ı ticarethane yapanlardan ne dere yataklarını imara açanlardan ne orman yangınında uçak uçuramayanlardan ne trenleri devirenlerden hesap sorulabildi.

 

 

Ne yazık ki bu pisipisine ölümlerin, bu tarifsiz acıların gerçek sorumlusu, sorumluluğunu hiç üstlenmedi. ‘Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, gelir de adli ilahi sorar Ömer’den onu’ diyerek işbaşı yaptılar. Bıraktık koyunu, kurdu. Onca acılar yaşadık. On binlerce yuva söndü. Ömer adaletinden dem vuranlardan kimse, çıkıp da millete hesap vermedi. İstifa etmedi. Millete çadır kurmayıp çadır satan Kızılay Başkanı, yerinde. Afette görevini yerine getirmeyen bakanlar, yerinde. Saray’ın kibirli başı, yerinde. Üstüne üstlük bir de memur bakanlarını milletvekili yapma peşinde. Kendisi de hiç utanmadan, sıkılmadan seçime girmeye hazırlanıyor.

 

“DEPREM BÖLGESİNDE İFTAR SOFRALARINDA SİYASET YAPIP, ON PARMAĞINDA ON KARA, SAĞA SOLA ÇALIYOR”

 

Depremzede vatandaşlarımız, başlarını sokacak çadır ve konteyner arıyor. Bunlar, şarkılı-sözlü temel atma filmleri çekiyor. Milletin acıları üzerinden seçim propagandası yapıyor. Deprem bölgesinde iftar sofralarında siyaset yapıp, on parmağında on kara, sağa sola çalıyor. Senaryosu Saray’da yazılmış üçüncü sınıf prodüksiyonlara depremzedeleri figüran yapıp, bunları da sosyal medyaya servis ediyor. Kötü bir işin en gizli şahidi, insanın vicdanıdır. Ne yazık ki bunlarda vicdan hiç yok. Vicdanını kaybeden, insanlığını da kaybeder. Yolun başında ‘Mücahit olacağız’ diyenler, yolun sonunda müteahhit olur. Yolun başında ‘Harun olacağız’ diyenler, yolun sonunda Karun olur ama aziz milletimiz herkesin ne yaptığını görür, bilir, notunu verir. Sandık önüne geldiğinde de ak koyunu, kara koyunu ayırır. Kendine zulmedene hesabını sorar.

 

“ORUCU, MİLLETİN HAKKINI, HUKUKUNU YEMEK BOZAR”

 

Her ramazan ayında ‘Sakız çiğnemek oruç bozar mı’ diye tartışılır da orucu bozan çok daha önemli hususlar nedense hiç tartışılmaz. Tartışılması da istenmez. Orucu, kul hakkı yemek bozar. Orucu, beytülmale el uzatmak da bozar. Orucu, milletin hakkını, hukukunu yemek bozar.

 

 “KİMSE ERDOĞAN’IN GEMİSİNE BİLET ALMAK İSTEMİYOR”

 

Bu hesapsız, kitapsız kafayla da ülkemizin başı belalardan bir türlü kurtulmuyor. Ama artık herkes biliyor, geminin su aldığını. Herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini. Ve herkes biliyor, zarların hileli olduğunu. Kimse Erdoğan’ın gemisine bilet almak istemiyor. Yeniden Refah Partisi, Erdoğan’ı reddetti. Eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Erdoğan’ı reddetti. Sabah kuşağında program yapan Müge Anlı bile Erdoğan’ı reddetti. Erdoğan, artık bu ülkede istenmeyen adam. Erdoğan’ın elinde kala kala, Saray’ın bekçisi ile Gaffar Okkan’ın katillerine ‘terörist’ diyemeyen HÜDAPAR kaldı. Artık Erdoğan’ın bakanları da paçalarını kurtarmanın derdine düşmüş. Bunu, Erdoğan’ın ağzından duyduk. Yardımcısı da dâhil 17 bakanını da milletvekili listelerine koyacakmış. Bakanlar, yeni dönemde koltuklarının gittiğinin farkında, hepsi dokunulmazlık zırhı istiyor. Ekşi yemeyenin karnı ağrımaz. Bu kadar karın ağrısının sebebi bellidir. Bunlar ne yaparlarsa yapsınlar, korkunun ecele faydası yok. Herkes, yediği ekşinin hesabını adalet önünde verir. Kaldı ki bu atanmış bakanlar, milletvekili seçimlerine katılacaksa 16 Mart 2023 tarihi mesai bitimine kadar istifa etmeleri gerekirdi. YSK’nın seçim takvimi belli. Mevcut sistemde bakanların, atamayla gelmiş kamu görevlisinden farkı yok. Atanmış bakan yardımcıları istifa ederken atanmış bakanların istifa etmemesi hangi hukukla açıklanabilir? Bu konudaki fetvayı da önceki İstanbul seçimlerinde ‘Hiçbir şey olmadıysa da bir şeyler oldu’ diyen, bu mızıkçıların seçim işleri sorumlusu verdi. Bakanların istifasına gerek yokmuş.  Kendileri yazıp kendileri oynuyor. Dünyanın neresinde böyle bir yönetim var? Bu konuda nihai karar verici, Yüksek Seçim Kurulu’dur. Burada da YSK üyelerine tarihi bir sorumluluk düşüyor. Saray’ın iradesine göre değil, mutlaka yasalara ve vicdani kanaatlerine göre karar vermelidirler. Yoksa bunun vebalini kimse taşıyamaz. Parmak boyasına ret kararı verdiklerinde Yüksek Seçim Kurulu’nun AK Partili temsilcisi ‘Türkiye bir Uganda değildir’ diyordu ama sayelerinde Türkiye, artık bir Uganda bile değil. Beğenmedikleri Uganda’da enflasyon yüzde 9,2, bizde yüzde 55,2. Beğenmedikleri Uganda’da işsizlik yüzde 2,9, bizde yüzde 9,7. Beğenmedikleri Uganda dünya basın özgürlüğü sıralamasında 132. sırada, Türkiye 149. sırada. İşte 21 yılın sonunda Türkiye’yi getirdikleri yer burası. Uganda kadar olamayan bir Türkiye. Türkiye gibi büyük bir ülke, elbette bunu hiç hak etmiyor. Neyse ki bu kifayetsizlerden kurtulmak için artık çok az kaldı.”